ŞEKER VE İŞLENMİŞ GIDALARI YEMEYİ BIRAKIN!!
Pratik yiyecekler çağında yaşıyoruz. Ne zaman doğal gıdalarla oynamaya başladık problemler de o zaman başladı. Vücutlarımız yapısı değişmiş bu gıdaları sindirebilmeye tasarlanmamıştır. Gıda ne kadar fazla işlenmiş olursa besin değeri o kadar azalır ve bir o kadar da kimyasal olarak değişime uğrar. Besin değerini kaybetmesi bir yana gıda işlendiğinde çoğu özelliğini de kaybeder; tadı, aroması, rengi gibi. Bunu telafi etmek için de ona çeşitli kimyasallar eklenir; lezzet arttırıcılar, renklendiriciler, çeşitli katkı maddeleri gibi
Bu kimyasalların büyük bir bölümünün enflamasyona, kansere, hafıza kaybına, hiperaktiviteye, öğrenme güçlüklerine, psikiyatrik problemlere, sindirim sistemi rahatsızlıklarına ve diğer birçok sağlık problemine katkıda bulunduğu kesin bir biçimde gösterilmiştir. Doğal gıdaları muhafaza etmek kolay değildir. Bu nedenle onlara raf ömrünü uzatmak için çeşitli işlemler uygulanır. Aşırı ısıya, basınca, enzimlere, solventlere, sayısız diğer kimyasallara maruz kalır; karamelize edilir, karbonhidratlar değiştirilir. Sonra güzelce paketlenerek bizlere “gıda” diye sunulur.
Üreticiler etikette tüm içerikleri belirtmekle yükümlüdür. Ancak eğer üretici zaten işlenmiş maddelerden yapılmış bir içerik kullanırsa bu içeriğin nelerden yapıldığını belirtmekle zorunda değildir. O nedenle, diyelim belli bir içerikten kaçınıyorsunuz, örneğin glüten veya şeker gibi, etiketi okumanız yeterli olmayacaktır. Mısır şurubu, sukroz, laktoz gibi tatlı zehirler neredeyse tüm paketli ürünlerin gizli üyeleridir. Bu beslenme rejiminde bütün ŞEKERİN mümkün mertebe kesilmesi olmazsa olmaz. Çay şekeri, şekerlemeler, reçeller, kola, diyet kola, şeker ile tatlandırılmış boğaz pastilleri, kurabiye, kek, krep, hamur işleri, pudingler ve benzeri şeker içeren gıdalar otoimmün hastaların uygulayacağı bir diyette bulunmaz. Bu sebeple İYİ BİR ETİKET OKUYUCU olmak şart !!
NİŞASTALAR da bağırsak ve kan dolaşımında şekere dönüştüğü için kan şekerinde dalgalanmalara sebep olduklarından otoimmün hastalıkların kontrolünde nişastalı ürünlerden mümkün mertebe uzak durmak tercih edilmelidir. Bu, kronik hastalığını minimize etmeye çalışan bir kişinin beyaz pirinç, patates, ekmek, erişte, makarna, irmik gibi herhangi bir şeyi yememesi anlamı taşır. Kilo vermeniz gerekiyorsa nişastalı içerikleri tamamen bırakmanız zaten çok gerekli. Beyaz pirinç ve patates tüketilecekse bile haftada birkaç defa, az miktarlarda ve mutlaka sağlıklı bir yağ ile tüketilmelidir.
Otoimmün hastalıkların ortaya çıkmasında çevresel faktörler, beslenme ve yaşam koşullarının çok önemli belirleyiciler olduğunu biliyoruz. Yapılan çalışmalarda, beslenme, toksinler, mikrobiyota değişiklikleri, enfeksiyon, hormon ve ilaç gibi çevresel faktörlerin etkisinin %70 oranında olduğunu görüyoruz. Her zaman vurguladığımız gibi, genetiğimiz silahı doldursa da, tetiği çeken çevresel faktörler oluyor.
Otoimmün hastalık tam olarak ortaya çıkmadan yıllar önce otoimmünite belirtileri olabilir. Otoantikorlar, hastalığa işaret eden başka semptomlar olmadan mevcut olabilir ve faydalı yaşam tarzı değişiklikleri yoluyla ilerlemesini önlemek mümkün olabilir.
Peki, nedir bu çevresel koşullar ve ne tür yaşam tarzı değişiklikleri yapılabilir?
Şöyle özetleyebiliriz:
1) Bağırsak ve mikrobiyota sağlığı: “Mikrobiyota” kelimesi, bağırsaklarımızdan cildimize ve hatta burnumuzun iç kısmına kadar vücudun tüm bölgelerini kaplayan trilyonlarca bakteri ve diğer mikroorganizmaları tanımlamak için kullanılır. Bu iyi bakterilerin bağışıklık sistemimiz ve bağışıklık toleransımız üzerinde büyük etkisi vardır. Otoimmün hastalıkların tamamında sindirim sistemiyle ve özellikle de bağırsaklarla ve bağırsak geçirgenliğinin bozulmasıyla ilgili kronik sorunlar olduğunu gözlemliyoruz. Bağırsak geçirgenliğinin bozulmasıyla dolaşıma karışan toksinler ve moleküller, uzun dönemde bağışıklık sistemini aşırı uyarılır hale getiriyor ve immün tolerans bozuluyor.
Özellikle otoimmün hastalığı olan kişiler için yapılan çalışmalar öncelikle glutensiz beslenmeyi önermektedir. Bağırsak florasını bozarak bağırsak geçirgenliği üzerinde olumsuz etki yapan diğer sebepler arasında; kazein ve laktoz, rafine şeker, aşırı alkol tüketimi, lifsiz beslenme, plastikler ve diğer toksinler, vitamin mineral eksiklikleri, ağır metal toksisiteleri, antibiyotikler ve diğer çevresel toksinler sayılabilir.
İyi bir bağırsak sağlığı için yukarıdaki etkenlerden uzak durarak lifli, renkli, anti-inflamatuar beslenmeyle, pre ve probiyotik destekler kullanılabilir.
Bir kişinin herhangi bir otoimmün hastalığı olduğunda, başka otoimmün hastalıkları geliştirme riski de daha yüksektir. Bu nedenle, herhangi bir otoimmün hastalık varsa, farklı şikayetlerle ortaya çıkan çölyak hastalığı açısından da değerlendirme yapılması önerilmektedir.
2) Omega-3 yağ asitleri, D vitamini, C vitamini, çinko, magnezyum, probiyotikler, kurkumin ve antioksidan düzeylerini artırmaya yardımcı olacak takviyeler almak, aşırı aktif bir bağışıklık sistemini sakinleştirmede etkilidir. Omega-3 yağ asitleri önemli anti-inflamatuar destektir. Araştırmalar, Omega-3 bakımından zengin bir diyetin, romatoid artrit gibi otoimmün bozukluklar da dahil olmak üzere, birçok hastalık riskini azalttığını göstermiştir.
3) Beslenme mutlaka gözden geçirilmelidir. Unu ve şekeri kesmek ya da çok azaltmak, glutenden uzak durmak, doğru yağlar tüketmek, renkli, düşük nişastalı sebze ve meyveler tercih etmek, duyarlı olunan ya da alerji tespit edilen yiyeceklerden uzak durmak, vücuttaki inflamasyonu azaltacak yaklaşımlardır.
4) Stres yönetimi üzerinde çalışma yapılmalıdır. Sağlıklı bağışıklık sistemi işlevini sürdürmenin çok önemli bir yönü, strese verilen yanıtı kontrol etmek ve tepkileri iyi yönetmektir. Stres altındayken soğuk algınlığına yakalanmak daha kolaydır ve otoimmün hastalık da aynı şekilde çalışır. Bu nedenle, yoga, meditasyon, nefes teknikleri ve egzersiz gibi stres azaltma teknikleri gerçekten önemlidir. Bu uygulamalar, mevcut hastalıkların şiddetini azaltmaya ve bir otoimmün hastalık geliştirme riskini azaltmaya yardımcı olabilir.
5) Egzersiz, doğal bir iltihap önleyicidir. Vücudu düzenli ve fizyolojiye uygun şekilde hareket ettirmek bağışıklık yanıtı üzerinde de etkilidir.
İnsan vücudu, izin verirseniz, kendini iyileştirme konusunda inanılmaz bir yeteneğe sahiptir.